MTSO Başkanının kaleminden

Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ayhan Kızıltan Mersin'de ekonomik sorunlar ve ortak akıl ve çözümleri konusunda görüşlerini kaleme aldı.

Kızıltan’ın kendi kaleminden aktardığı açıklamaları şöyle:

En büyük motivasyonumuz büyük Atatürk’tür

Ekonomi, Cumhuriyetimizin ilk 20 yılında bir atılım, gelişim ve yepyeni yatırımlar çağını yaşadı. Cumhuriyetimizin ilk 20 yılı, yeni bir ülkenin ekonomisinin modern anlamda ilk kez ortaya çıkışının heyecanıyla doluydu ve ekonomi konusu her zaman bir gelişme, yenilik ve “umut” konusuydu. Geçtiğimiz Cuma günü 98’inci kuruluş yılını onur ve gururla kutladığımız Türkiye Cumhuriyetinin son 50 yıllık ekonomisi ise, kuruluş yıllarının aksine – tüm gelişme ve ilerlemelere rağmen- ne yazık ki gündemimizde olumsuzluklar, krizler, istikrarsızlıklar ve plansızlıklar içinde “umut kıran” bir gündem haline gelmiştir. Ekonomideki bu karamsar durum ülkenin eğitiminden hukuk sistemine, sağlık sisteminden sosyal yaşam kalitesine ve kültür- sanat hayatına kadar her alanı olumsuz etkilemiş ve ekonomi tüm bu alanların önüne geçerek ülkenin neredeyse tek gündemi olmuştur. Elbette ekonomi ülkelerin gelişmesinin başat aktörüdür ama tek başına bir çözüm olsaydı, bugün birçok enerji ve doğal kaynak zengini olan ama demokrasi, evrensel hukuk, insan hakları ve özgür yaşam kalitesinden yoksun olan birçok zengin ülke dünyanın en kalkınmış ülkeleri olurdu. Dünyanın en zengin petrol ülkesi olup da hala kadının ikinci sınıf insan olarak kabul edildiği bir ülkenin kalkınmış bir ülke olduğunu söyleyebilir miyiz? Doğal kaynak zenginliğinde bir numara olsanız da, kızları eğitimden mahrum bırakan, araç kullanmasına izin vermeyen, bireysel özgürlüğün olmadığı bir ülkenin kalkınmış ve yaşanır bir ülke olduğunu söyleyebilir misiniz?

Eğitimi düzeltmek araba tamirine benzemez, insani bir konudurİşte geçtiğimiz hafta MTSO olarak, uzun süredir yaşadığımız ama son 10-12 yıldır artık sadece iş dünyasının değil, toplumun her kesiminin olumsuz etkilendiği ekonomik sorunları konuşmak, ortak aklı bulabilmek, çözümler konusunda sesimizi duyurmak ve eğer doğru politikalar takip edilirse aslında çaresiz olmadığımızı, umutsuz olmamıza gerek olmadığını duyurmak adına bir ekonomi zirvesi düzenledik. Türkiye’nin istikrarı istediğini, önünü görebilmek istediğini, planlama yapabilmek istediğini: öte yandan, ekonominin ise şeffaflık ve kredi bağımlılığından kurtulmayı beklediğini yüksek bir sesle ifade ettik. Zirvenin adı her ne kadar  “2021 Sonuna Doğru Dünya ve Türkiye Ekonomisi ile 2022 Beklentileri” olsa da, sorunun çözümü bu kadar kısa vadeli olmadığı gibi, sadece ekonomik kararlarla da sınırlı değil. Çünkü ülkemizin ekonomik gelişmişliği ve daha kapsamlı bir konu olan bütüncül kalkınmışlığı, ekonominin iyi yönetilmesi dışında, bilimsel ve çağdaş bir eğitim, evrensel hukukun üstünlüğü, demokrasi ve özgürlükler gibi temel konulara dayanmaktadır ve ne yazık ki ülke olarak sadece ekonomiyi düzeltmeye çalışarak bu temel konuları ikincil ve üçüncül meseleler olarak gördükçe bir sonuca varamamaktayız. İşte büyük Atatürk’ün neden ekonomi, hukuk ve eğitimi birbirinden ayırmadan toptan ve bütüncül bir modernleşmeye ve kalkınmaya çalıştığını bugün daha iyi anlıyoruz. Anlıyoruz ama hala onlarca defa düştüğümüz yanlışları yapmaya da devam ediyoruz. Eğitimi tüm bunların dışında bir şeymiş gibi görmeye devam ediyoruz. Ne zaman eğitime önem veriyormuş gibi görünmek istiyorsak, sihirli değnek gibi bir reform dokunuşuyla çözebileceğimizi düşünüyoruz. Eğitim öyle araba arızası çözer gibi mekanik bir dokunuşla çözülecek konu değildir. Tam aksine “insani” bir konudur. Önce yeterli alt yapı gerekir, sonra kaliteli insan kaynağı, yani eğitmen gerekir. Dahası, doğru, bilimsel bir müfredat gerekir. Son 19 yılda aynı hükümette 8 defa Milli Eğitim Bakanı değişimi yaşadık. Her bakan kendi reformunu ilan etti. Değişen partilerde her yeni partinin belki kendi reformunu yapmasını kısmen de olsa doğal karşılayabiliriz. Ancak, aynı partinin 19 yıllık iktidarında 8 bakanın 8 yeni reformla ortaya çıkması bizim uzun vadeli bir eğitim planımızın olmadığını, eğitim sistemimizin bakandan bakana, kişiden kişiye keyfi bir değişime tabi tutulduğunu gösteriyor. Bu kabul edilemez bir konudur. Eğitim hiç kimsenin bireysel olarak keyfi reformalar yapacağı bir alan değildir. Çünkü eğitim sonucunda bir makine parçası ortaya çıkmıyor, ülkenin geleceğini belirleyecek insan kaynağı ortaya çıkıyor. İnsan denen varlık makine parçası gibi, “bu olmadı, atalım çöpe” denecek bir şey değildir. Böyle bir zaman ve enerji israfına ülkemizin tahammülü olamaz. Her kayba dayanırız ama insan kaynağımızın heba edilmesine dayanamayız, telafi edemeyiz.

Eğitim konusunda akademisyenlerin sesini daha çok duymalıyızİşte bu anlamda, ülkemizin tüm sorunlarının temeli olan eğitim konusunu tekrar ana gündem yapmak zorundayız. Tepeden inme kararlarla değil, tabandan gelen istek, talep ve çözümlere kulak vermeliyiz. Öğretmenler susarsa, akademisyenler susarsa, eğitim ile ilgili uzamanlar susarsa, alakası olmayan, ya da işin içinde olmayan kişiler ülkenin eğitimini “reform” adı altında ne olduğu belli olmayan gündelik kararlarla bu hale getiri ve biz hala neden ekonomi bu halde, neden hukuk bu halde neden kadına şiddet var, neden kadın hala iş yaşamının içinde değil, neden yeterince girişimcimiz yok, neden yeterince yenilikçi değiliz, neden icat çıkaramıyoruz gibi sorularla uğraşır dururuz.

Eğitimde sihirli reformlara değil, bilimsel bir dönüşüme ihtiyaç varBundan dolayı, ülkemizin sihirli bir eğitim reformuna değil, eğitimde akılcı bir DÖNÜŞÜME ihtiyacı var. Önce bilimsel ve sorgulayan bir düşünce sisteminin hakim olduğu bir eğitim. Önce, bilimsel müfredatın egemen olduğu bir eğitim. Önce gençleri mezun olunca, liseyi bitirdiğinde bile meslek sahibi yapacak, “beceri odaklı” bir eğitim – yani Teknik Meslek Liselerin ülkenin her yerini kaplaması… Önce öğretmenlerini kaliteli yetiştiren, sürekli eğiticilerin eğitimine önem veren, öğretmeleri yenileyen ve öğretmenlere sosyal ve ekonomik haklarını layıkıyla veren bir eğitim. Önce, tepeden inme emirlerle değil, okulların, kendi inisiyatiflerini kullanabildiği, şehirlerin, bölgelerin kent dinamiklerinin de alınan karalardan ders müfredatının tespitine kadar işin içinde olduğu tabandan yayılan bir eğitim. Elbette nüfusu 30 yaş ortalama olan ve öğrenci sayısı birçok Avrupa ülkesinin toplam nüfusundan bile fazla olan bir Türkiye için kolay şeyler değil. Ama 1923 yılını düşünürseniz; yokluklar içinde, yıkılmış bir ülkede, erkek okuma-yazma bilme oranı %7, kadınların okuma –yazma bilme oranı binde 7 olan bir ülkede, toplam doktor sayısının 400 bile olmadığı, sadece 3 ilde elektriğin olduğu, 450 köyden sadece 40’ında okul bulunan yıkık bir ülkede eğitime inanan insanların yaptıklarını ve başardıklarını düşününce, bugün bunları neden yapamayalım? Mustafa Kemal Atatürk gibi çok büyük bir rol-model ve örneğimiz var. Unuttuk mu? Bu vesileyle doğru kurgulanan, insan odaklı bilimsel bir eğitimin tüm sorunlarımızın çözümü olduğuna olan inancımızla, tüm Mersin iş dünyasının ve Mersinlilerin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı tekrar kutluyorum. MTSO olarak eğitimi Odamızın, kentimizin ve ülkemizin temel konusu olmasında gece gündüz çalışacağımıza söz veriyorum.

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu